A True Story bazen gerçeklerden bahsetmek iyidir!
Sanki geceleri uyanıyorum. Yaşam ıssız ve sadeyken, ay ışığında kavruluyorum. Gece parlak olsun diye çıldıran yıldızlar gözlerimi alıyor. Kısık gözlerimle bile seni görebiliyorum. Ve çıldıran yalnızca yıldızlar değil! Parmak uçlarımdasın.
Gölgene dokunarak başladığım bu yolda kaybedilen tek şeyin bir kara deliğe dönüşmesi beni korkutuyor. Saçlarından başlayan bu serüven kokuna varacak onu da biliyorum. Düzene ayak uyduran chromatic sesler duyuyorum. Ve çıkan en güzel ses senin sesin.
Ufak bir kayık var diyor. Güneşi arkana alıp, aklını ufka uzatıyorsun. Önce rüzgara, sonra dalgalara dalıyorsun. Hemen sağındaki girdaptan, saçlarını boynuna yaklaştıracak kadar, sola bakıyorsun! Ve dudağının hemen ucunda bir şehir beliriyor. Orada kimse yok, hiç bir şey ya da bir okyanus. Tek isteğim bizi çalkalaması!
Haftanın günleri ve ayın bir parçası, yıllarca süregelen yani tam bir asırdır süren bu durumu açıklamaya yeter mi?
Sarmaşığa tutunup küpelerine asılırken, en fazla topuklarından tırnak uçlarına kadar gidebiliyorum. Pencereyi aralaman gerek, dışarıya bakmalıyım.
Elimi kolumu sallaya sallaya hava almalıyım!
Koku, Kokusunda mavi dalları üzerine uzanan siyah üzümlerin çekirdekleri, sivri tepelerin etrafında dolanan bulutların elbisesi var.
Bir kere bulaşsın diye, sürüne sürüne tırmandığın o koskoca diyarın eteklerinde! Ayaklarının ucuna kadar eğilip köklerine vardığını! Aciz bir pınar gibi gürüldeyen serin nehre, bodoslama daldığını! Şimdi gel dese diye köpek gibi yalvardığını! Aklından çıkaramıyorsun!
Böyle kokamaz!
Kokmamalı!