Pencerenin kanatlarını yarılayarak,
sabahın serinliğine tavır aldım yine!
Kedim homurdanmaya başlamıştı.
Ve kahverengi gözleri, her şeyi seçemiyordu.
Yavaş yavaş,
yuvarlak, ama hafif eğri,
kısacası bombeli hayatıma, geri dönüyordum!
“Her türlü söküğü dikerdim ama, hiçbir şeyi sökemezdim!”
Kulağımda ince bir uğultu,
yapmam gerekenleri söylüyordu.
Yapmam gereken, binlerce şey vardı.
Ben sağır olmak istiyordum.
O bir şeyler yapmak!
Neyse, kendi diliminden ısıran saat.
Kolları mosmor olana kadar.
Kovalıyordu zamanı.
Ve geç kalmış olabilirdim.
Belki de yetişememiştim, bilmiyorum.
Tek bildiğim, güneşin varlığı.
Artık, hiç bir şey ifade etmiyordu.
Bir kaç meyvenin suyundan, bahsediyordu kadın.
Beni gideceğim yere kadar götürebilirmiş.
Aslında meyve suyu müptelası bir tipti bence.
Çünkü; Çay içmek istiyordum.
O halde,
sabah sabah bol buzlu long island,
ve çay içmemden, kimseye zarar gelmezdi.
Çok ta önemli değildi, aslında.
Güneşin varlığını, bir tek böyle açıklayabiliyordum.
Buzlu long island gidince.
Issız bir ada kalıyordu geriye.
Neyse ki, etkisi uzun sürüyor diyebilirim.
Siz hiç paçasına tutunduğunuz kadının,
pantolonunu çıkardığını gördünüz mü?
Evet, manzara harika oluyor!
Ama sonuçta yuvarlanıyorsun işte!
“Her türlü söküğü dik, ama hiç bir şey sökülmesin!”
Ahah! Boş versenize yuvarlayın gitsin!