İzmir’deki bağlantımı radarla bulabilirdim. “Bu sokak değil, sonraki, sağa dön, şimdi sola, şimdi yine sağa…” Aha işte, herif, üzgün bakışlı, seni görünce göz kapakları düşen, müzik bağımlısı, kulakları iyi duymayan, yarım yamalak bir satıcı, oradaydı. Durmadan mırıldanarak şarkı söyleyen bir deli tanıyordum; yanından geçtiği herkes anında melodiyi kapı verirdi. Herif öyle ölü ve hayalet gibiydi ki, kimse onu görmez ve şarkı akıllarına kendiliğinden takıldı zannederlerdi.
Yani deliler şarkı söylerken hepimiz delirebilir ve hatta kendimizden geçebiliriz, sadece farkına varamayız demek ki. Düşünsenize deliler farkındadır Ve bazen akordiyon çalan bir oğlanın peşinden koşturan elli tane deli, onları fark etmeyen normal insanlar tarafından taklit edilir. Ceplerindeki bozukluklardan olana kadar delirmek için tek vakitlerini bu satıcıdan alan müşteriler diyorum.
“Ben pek hikaye anlatmayı beceremem ama ayıkken görüntü hiç hoş değilse bunu anlatmayı denemezsiniz bile.” Aldığımız toprağı bir düşünelim. Ayaklarınızı yerden kesecek bir ateş yaksanız bile, bir kaç saat içinde küle dönecek çayırlardan bahsediyorum. Güzel şarkı hah! Dilinize dolanmış olmalı, bazıları neden bahsediyor bu müşteri kılıklı İzmir müptelası diyor olabilir. Ama şu an fazla normal olduğunuzu unutmamanızı isterim. Cepleriniz boşalana kadar gösteriye kulak verin! Sağır olmazsanız duyduklarınızın bir anlamı yok demektir.
Kırmızı tuğladan viranelerin yükseldiği köşede, dur durak bilmeden yağan rüzgarın altında bıraktım aklımı. Beni o köşede bekleyecekti. Hoşça kal bile demedi!
İçime doğru; uçsuz bucaksız bir arka mahallede, anlamsız göğe doğru uzanan televizyon antenleri gibi çektim içime! Bu kez.
kemerlerini bağlamayı unutmuş, ön koltukta oturma yaşı gelmişte geçmiş bir amca gibi yığılırken caddelere, dilimde şu deliden öğrendiğim şarkı ve ceplerimden saçılan bozuklukların bıraktığı bir sözle, bu hikayeye son vermek istiyorum.
Hoşça kal, hödük! Eyvallah, evlat…
“Hemde aynı iğnede, kan kardeşiydik…”