Ellerini her gün kutsal suyla ovalardı. Sigortası yoktu. Günde beş kez şifa niyetine hoparlörden ibadetini takip eder. Reçetesiz dualara durmadan avuç açardı. Gidecek bir yeri hiç olmadı. Onu terk eden şey dışında sığınacak bir yeri de. Bacaklarını ölü gibi uzatıp, diri diri uyur, kütük gibi uyanırdı.
Gençliğinden kalma plakları duvarın köşesine yığılmıştı. Kitapları ve uzun süredir elini sürmediği müzik aleti, orada öylece duruyordu. Ömrünün premier’ini sırtını yasladığı şu koltuğa borçluydu.
O dinlendiğini sanıyordu, koltukta dinlediğini! Halbuki biletler hızla tükeniyordu!
Mesela biz hep kaçırdığımız trenlere koşmuştuk o çıkmadığı her yolculuk için oturmuştu. Bazıları için hala bir fırsat olduğunu söylerdi. İnsan en çok yaşlandığında buna fırsatı oluyormuş. Düşünsenize yaşlısınız ve fırsatım var diyorsunuz.
Başka ne zaman olacak ki hah! Tanrı aşkına!
Aslında diyeceğim şu ki; Her şey inanç meselesi ve bazı kurallarımız var. Buna rağmen kutsal suyumuz, hiç tükenmedi!