Kestane, gürgen, Plymouth! Britanya adasının güney doğusundaki Galler’in hemen güneyinde yer alan yarım ada, ki britanyalılar burayı “the west country” diye adlandırır. Plymouth adını taşır! Ayrıca, A.B.D./massachusetts’de yer alan, limanıyla tanınan güzel bir bölgedir. Montserratın da başkentidir. Plymouth! 1620 yılında Pilgrimlerin Mayflower isimli gemi ile gelip, oradaki terk edilmiş bir kızıl derili kasabasına yerleşerek kurdukları ilk yerleşik koloninin ismidir! Eski ve çok ünlü bir İngiliz cin markasıdır. 1973’ten beri mevcuttur! Modern şişelerinin üzerinde Mayflower gemisinin amblemi vardır! Pixar yapımı arabalar filminde Snot Rod karekteri bir Plymouth barracuda. Aynı filmdeki kral karekteri de 1971 Plymouth Superbird. Olarak bilinir! İşte benim bu yazıyı yazma sebebim de Plymouth & Chao 🙂
Şafaktan önceki alaca karanlıkta, siyah beyaz fotoğrafından anlamak zor olsa da. O gök mavisi mayıs gününde, gök mavisi Plymouth’un çevresinde yürüyenler, bu sürecin bir parçasıydı.
Sabahın yedisinden, akşamın altı otuzuna kadar tam on bir buçuk saat tarlada çalışıyor. Uzaktaki ıssız arazilerden kalkıp geliyor. Sonrada Yelken Kulübü’nde buz gibi birayı yudumluyordu. Omuzlarında, yeni bir fitille tutuşturulan bir varil dolusu eski öfke taşıyordu.
Chao, Plymouth’un penceresinden, onların ağzından en yüksek sesle çıkan sözcüğün Özgürlük olduğunu görebiliyordu. Ve bunu söylerken boyun damarlarının şiştiğini. Ve ağızlarından çıkanın tükürük olduğunu.
Plymouth’un içi sessiz ve sıcaktı.
Bebek Sam’in korkusu, arabanın zemininde nemli, yapışkan bir puro gibi yuvarlanmış duruyordu. Bu yalnızca bir başlangıçtı. Bu korku yıllar içinde büyüyüp onu yutacaktı. Kapılarını ve pencerelerini kilitlettirecekti ona. Yılların ötesinden gelen bir korkuydu bu. Malından mülkünden olma korkusu. Bebek Sam tespihindeki yeşil boncukları saymayı denedi ama dikkatini toplayamıyordu. Biri arabanın camına eliyle vurdu.
Sıcacık gök mavisi kaportanın üzerine bir yumruk indi. Motor kapağı açıldı. Plymouth, hayvanat bahçesinde doyurulmayı bekleyen huysuz bir hayvana dönmüştü. Bir yumruk daha indirilince motor kapağı kapandı.
Chao camını açtı, yumruğu indiren adama seslendi.
“Teşekkürler leon!” dedi. “Rosa, teşekkürler!”
“Bu kadar yaltaklanma, yoldaş,” dedi Samir. “İsteyerek yapmadı. Yardım etmek filan istememişti o adam. Bu eski arabanın içinde gerçek bir Marksist yüreğin çarptığını nereden bilsin ki?
“Samir,” dedi Chao, sesi dingindi, istifini bozmadan konuşuyordu. “Şu kokuşmuş kinizminin her şeyi bozmasını engellemen mümkün mü acaba?” Sessizlik suyla şişmiş bir sünger gibi doldurdu arabanın içini. Kokuşmuş sözcüğü, yumuşak bir şeyi kesen bir bıçak gibi inmişti.
Bebek Sam, otomobil biçimindeki bir otçul hayvanın boynuzu gibi Plymouth’un penceresinden dışarı uzanmış, çırpınıyordu. Chao, minik şeylerin Tanrısı devasa olanların Şeytan dediği cinsten bir karaktere sahipti. Ve ileride en sevdiği içki olacak Plymouth marka Cin 1973 yılının baharında gaz pedalının arkasına yuvarlanmıştı!
Arabanın teybi cehennemden yayın yapan bir kaç zebaninin müziğini çalıyor. Bebek Sam, geriye gittiğimizi düşünüyorum diye sayıklıyordu. Karanlık dolaptaki şeyleri karıştırıp en olmayacakları -uçup kaçan bir bakışı, bir duyguyu- alıp çıkarması delilikti. Chao, ağzı yaşlı bir adamınkine benzeyen genç bir adam gibi içiyorsun Sammy! “Seni seviyorum!” Lanet olası diye haykırdı.
Bebek Sam, ona Sammy diye seslenildiğinde hep uzaklara giderdi. Evini düşündüğü zaman orayı, neden hep yağlı ahşap teknelerin koyu renklerini ve pirinç lambalarda titreşen alevlerin içi boş çekirdeğini düşündüğünü merak etti. Ve bazı yaprakların, muson rüzgarlarını vaktinde getirdiğini söylüyordu.
Birlikte güneye gitmeye karar verdiler. Ve Plymouth çekiçle bir granit parçasını biçimlendirip, püskürttüğü kıymıkları asfalta batırırken! Chao, küçük yel değirmenleri, çıngıraklar ve lanet olası minik mücevher kutuları diye bağırdı.
“Teşekkürler leon!” dedi. “Rosa, teşekkürler!”
“Yeniden doğmanın sancısı, yenilenmenin sabırsızlığı, doğuda bir köyde yer sofrasında oturup sıcak bir bardak çay içmenin huzuru, orada yanan sobanın çıtırtısı, arkasındaki duvara vuran alevin ışığı, en küçük çocuğun kuru kalemle tükürülerek yarım yamalak pembeye boyanmış minik tırnaklarıdır!”
Chao’