Uluyan rüzgar der ki;
Yolun düşerse kuzeydeki dağlara.
Almışsan, rüzgarın kudretini boynuna.
Hatırlamanı istiyorum senden,
bir zamanlar buradan geçmiştik.
Nehir donmuş, yaz çoktan bitmişti.
Üşüyordun, ellerin sıcacıktı.
Saçların upuzun, bukleleri göğsünün üzerindeydi.
Yo, kimsenin hatırlatması gerekmezdi.
Seni ne çok düşündüğümü.
Buraya oturmuştuk, hava kararıyordu.
Bana baktın, şu kemiklerime işleyen bakış.
Bir kıvılcım hissettim.
Bir zamanlar burada yanmıştık.
Ateş sönmüş, yağmur çoktan dinmişti.
Islaktın, elbisen sıcacıktı.
Küllerin rüzgarda, bedenin göğsümün üzerindeydi.
Yo, kimsenin hatırlatması gerekmezdi.
Seni ne çok sevdiğimi.
Sonra kanal boyunca yürüdük.
Utanıyorduk birazcık.
Bilmediğim bir tepeye varmıştık.
Gökyüzü ayaklarımızın altındaydı.
Gecenin sıcağı yüzümüze vuruyor dedin. “Uluyan Rüzgar’a!”
Ayaklarımın ucunda kör bir dilenci var.
Sanki kırık panjurlardan gün ışığı sızıyordu.
Uzaklarda bir yerde bir saksafon çalıyordu, dedin.
Yo, kimsenin hatırlatması gerekmezdi.
Seni ne çok hayal ettiğimi.
Ve birdenbire yalnız kaldın.
Ve her zamankinden birazcık fazla.
Ardına kadar açılmış bir pencere.
Ve kendini boşlukta hisseden şu deniz.
Yo, kimsenin hatırlatması gerekmezdi.
Sensizlik, denize açılmıştı.
“Ezgisi kulağımda!”