İzmir’deki bağlantımı radarla bulabilirdim. Bu sokak değil, sonraki, sağa dön, şimdi sola, şimdi yine sağa… Aha işte, herif, üzgün bakışlı, seni görünce göz kapakları düşen, müzik bağımlısı, kulakları iyi duymayan, yarım yamalak bir satıcı! Oradaydı. Durmadan mırıldanarak şarkı söyleyen bir deli tanıyordum! Yanından geçtiği herkes anında melodiyi kapı verirdi. Herif öyle ölü ve hayalet gibiydi ki! Kimse onu görmezdi. Şarkı akıllarına kendiliğinden takıldı zannederlerdi.
Yani deliler şarkı söylerken hepimiz delirebiliriz. Hatta kendimizden geçeriz. Sadece farkına varamayız demek ki. Düşünsenize deliler farkındadır! Bazen akordiyon çalan bir oğlanın peşinden koşturan elli tane deli! Onları fark etmeyen normal insanlar tarafından taklit edilir. Ceplerindeki bozukluklardan olana kadar delirmemek için mamalarını bu satıcıdan alan müşteriler diyorum.
Pek hikaye anlatmayı beceremem. Ama ayıkken görüntü hiç hoş değil ise; bunu anlatmayı denemem bile. Aldığımız toprağı bir düşünelim. Ayaklarınızı yerden kesecek bir ateş yaksanız bile! Bir kaç saat içinde küle dönecek çayırlardan bahsediyorum. Güzel şarkı hah!
Dilinize dolanmıştır. Bazıları neden bahsediyor bu herif. Müşteri kılıklı İzmir müptelası diyor olabilir! Ama şu an fazla normal olduğunuzu unutmamanızı istiyorum. Cepleriniz boşalana kadar gösteriye kulak verin! Müzik yüzünden sağır olmazsanız duyduklarınızın hiçbir anlamı yok demektir.
Kırmızı tuğladan viranelerin yükseldiği köşede, dur durak bilmeden yağan rüzgarın altında bıraktım aklımı. Beni o köşede bekleyecekti. Hoşçakal bile demedi!
İçime doğru; uçsuz bucaksız bir arka mahallede, anlamsız göğe doğru uzanan televizyon antenleri gibi çektim içime! Dolayısı ile kemerleri bağlamayı unutmuşum. Ön koltukta oturma yaşı gelmişte geçmiş bir amca gibi yığıldım caddelere! Dilimde şu deliden öğrendiğim şarkı ve ceplerimden saçılan bozuklukların bıraktığı bir sözle, bu hikayeye son vermek istiyorum…
Hoşça kal, hödük! Eyvallah, evlat… Hem de aynı iğnede, kan kardeşiydik… Diyerek!
























