“Göğüs kafeste olur mu hiç?” Diye bağırdım.
Çünkü, her şey gözlerinin içindeydi. Bağımsız birini özgürlüğe kavuşturmak hiç kolay değildi, çünkü. Karanlık bastıktan sonra dikkat etmelisin, gölgen kaybolur dedim. Sadece ışıkta görünen şeylere dikkat edersen. Evet! Karanlık her çöktüğünde kaybolursun!
Neymiş, okyanus sadece tuzlu su değilmiş, hatta dalgalarla boğuşmakta değilmiş, tadı damağında kalsın diye, gargara yapan bir tanrının içine boşalıveriyor muşsun, bazen! işte bazen insanın tadına varıyor muşsun! Dilinin ucunda, küçücük bir an kadar, yaşıyor muşsun bu hayatı!
Kendi kendine dirilen meme uçlarında, tuzlu suyun içinde ve hatta kendi tükürüğünde kaybedebiliyor muşsun zamanı!
Çünkü; Her şey, gözlerinin içinde! Çünkü; Ben bir kafesteyim!
Neyse, sessizlik gitgide artmaya başladığında, yirmi metrelik, bronz çıplak heykelli, gün ışığına boğulmuş, bembeyaz bir müze salonu. Bolca faninin mırıltısı. Gümüş tırabzan. Parıldayan gün ışığına inen, üç yüz metrelik uçurum. Gölgemin kaybolduğu o an, tam da ayaklarımın dibinde duruyordu.
“Göğüs kafeste olur mu hiç?” Diye bağırdım.
bunu senden duymak iyi.. çok teşekkür ederim 🙂
“Sadece ışıkta görünen şeylere dikkat edersen. Evet! Karanlık her çöktüğünde kaybolursun!” diye tekrarladı adam. Elindeki ateşten fenere son kez baktı. Yansımasına gülümseyip sopayı nehrin serin suyuna uzun uzun batırdı. Sessizliğin gerdanında odun kokulu bir ıslık gibi çınladı fener. Doğrulup, karanlık patikaya döndü yüzünü ve kaybolmaya yürüdü. Biliyordu ki, ne kadar yitirirse kendini, o kadar özgürdü. 🙂
Sessizliğin gerdanında odun kokulu bir ıslık gibi çınlayan fener * ?
Özgürlüğe boyanmış kalbine sağlık:)
Keyf olsun!