Bardağın üstündeki lekeleri temizlemek için her seferinde daha sıcak çay içiyordum. Nefesimi tutarak başladığım işleri, yeniden nefes alana kadar bitirmeye çalışıyordum.
Bir solukta iki iş!
Kıtlık zamanı içime işlemişti. Cimrilikten değil ama hayatta kalmak için yaşıyordum. Özünde su olan yaratıklar karada, havaya ihtiyaç duyanlarsa suda yaşıyorlardı. Vahşi olanlar hayatta kalmak için insan olmuş, avcılar ise doğayı terk etmişti.
Sınırı aşmak isteyip, kendimizi daha çok sınırlamaya başlamıştık.
Altında toprak olan betonları icat edip, özümüze güvenmeyi reddettiğimizden beri! Kıvılcım saçan elektrik direklerini ve bu direklerde sahneye çıkan kuşları, daha iyi anlıyorduk. Bu durumda telgraf böceğini insanlar yaratmıştı, ya da beton insanları!
Her şeyin hesabını Yaradana sormak ister misin? dedim kendime.
Umarım buna hazırsınızdır!
Mavi bir kelebek olmak için, bir gün yaşayacaksanız, hala neden koza dasınız?
Sınırı aşmak için olabilir mi? Bu sınırlar!
Gökyüzü, yeryüzüne mi bakar? Doğu, batının sırtı mıdır? Kuzey, güneye göre daha mı soğuk? Kıçınızı kaldırıp hareket ederseniz ne tarafa gitmiş olacaksınız? Kader aslında öğrendiklerinizden ibaret olabilir mi?
Yoksa yaşadıklarınızdan ibaret olan kaderiniz mi?
Yaradan göklerde ve yerdedir! Doğuda ve batıda! Kuzeyde ve güneydedir! O her yerde ve sizinledir! Sizi terk eden hangisi? Aşk mı? Aşık mı? Aşksızlık mı? Kim terk ediyor sizi? Siz kimsiniz?
Göz göze gelmek ister misiniz? Her şeyin sorumlusuyla, göz göze gelmek ister misiniz? Etrafında dönen dünya, bu cevabı bulmaya çalışıyor olabilir mi? Her şey dönüyor çünkü, gözünün içine bakmak istediğiniz kim?
Bardağın üstündeki lekeleri belirginleştirmek için, her seferinde bardağı kirletiyordum! Anılarım bardağın üstünde kaldıkça hatırlıyordum, karşıma çıkan düşmanın yüzünü. O nefes kesen bir katil, zamanı yok eden bir girdap gibiydi!
Bir solukta iki nefes!
Ölüm zamanı yaklaşıyordu. Vakitsizlikten değil ama yaşamak için hayattaydım. Gönlünde yara olan yaratıklar zindanda, şifaya ihtiyaç duyanlarsa hapislerde yaşıyordu. Suçlu olanlar hayatta kalmak için insan olmuş, bilgeler ise doğayı terk etmişti.
Sınırı çok aştığımız için, kendimizi sınırlamaya çalışıyorduk!
Altında insan olan mezarlar icat edip, özümüze geri dönüyorduk. Beton en üstteydi. Aynı kuşlar, kıvılcım saçan elektrik direklerini terk etmiş, mezarlıkta bekçi olmuşlardı. Bu durumda balinaları “Tanrı” yaratmıştı, ya da beton mezarlara giren bedenleri!
Her şeyin hesabını Yaradana vermek ister misin? dedim kendime
Umarım buna hazırsınızdır!
Mavi bir kelebek olmak için bir gün yaşayacaksanız, hala neden kozadasınız?
Sınırı aşmak için olabilir mi? Bu sınırlar!
Gökyüzü, yeryüzüne mi bakar? Doğu, batının sırtı mıdır? Kuzey, güney’e göre daha mı soğuk? Kıçınızı kaldırıp hareket ederseniz, ne tarafa gitmiş olacaksınız? Kader aslında öğrendiklerinizden ibaret olabilir mi?
Yoksa yaşadıklarınızdan ibaret olan kaderiniz mi?
Yaradan göklerde ve yerdedir! Doğuda ve batıda! Kuzeyde ve güneydedir! O her yerde ve sizinledir! Sizi terk eden hangisi! Aşk mı? Aşık mı? Aşksızlık mı? Kim terk ediyor sizi? Siz kimsiniz?
Göz göze gelmek ister misiniz? Her şeyin sorumlusuyla, göz göze gelmek ister misiniz? Etrafında dönen dünya, bu cevabı bulmaya çalışıyor olabilir mi? Her şey dönüyor çünkü, gözünün içine bakmak istediğiniz kim?
Nasıl nakarat ama!
Duygulu nağmeler geçti kuşağımdan hiissiyatım sendin gidiyorum notalara takıla takıla ama duymazsa seni duyanı duyamayan günah benim mi
günahı suçu yok ki yaşamanın, hata yapmazsak tecrübesiz olacağız. duymazsak sağır! keyf olsun 🙂
Haklılık payı var
Life he moment ?