Yabani bir kadın vardı değişken, sert
ve tüm denizler gibi.
Onu sevmekten asla vazgeçmedim.
Pek sevimli gülümserdi.
Kafasını kaldırıp, benim soğuk denizaltı gözlerime,
hiç bir sıcaklık veya ihtiras veya nefret
ya da tanıdığım başkalarında gördüğüm
herhangi bir başka duygudan,
bir eser varmış gibi dalardı.
Aynı anda, hem soğuk, hem sert,
hem kişilikten yoksun, hem yırtıcı bakışlar.
Parmağını kolumda gezdirir.
Ve dirseğimin içine kadar gelip kalırdı.
Ölgün ve müptela fısıltısıyla derdi ki:
“Ah bu damarlar bende olacaktı!
Günümü gün ederdim!”
Kımıldağında giysilerinden,
ıssız soyunma odalarından kalma,
bir küf kokusu yayılırdı.
Parlak fosfor bakışlarıyla,
güzel göğüsleri arasında,
yakamoz varmış gibi bir kıpırtı içimi ürpertir.
Küflü dilimlerinden bir ısırık almak için,
durmadan bayat ekmek taklidi yapardım.
Zamanla bir avuç kırıntıya döneceğinizi sanırsınız.
Ama işin aslı onun avuçlarında olmak, uzun kara diliyle,
kristal bir kadehteki sıcak balı yalamak kadar haz verirdi bana.
Küçük bir arı gibi kanat çırpardım, bunun için.
Derdi ki:
“Bu gece sonuna kadar gideceğiz!”
Kör deniz fenerinden atlar.
İpek perdeleri iki yana açar.
Işıklandırılmış kırmızı fonun önünde duran ahşaptan,
darağacını ortaya çıkarırdık.
Darağacı mozaiklerden bir platform üstünde,
korkudan altıma ederken.
Upuzun bir ahhh çekip!
Dizlerimin üstüne çöker.
Apış aramdaki sıcaklığı hissederdim.
Koca sıcak bir kan dalgası,
dudaklarına ve gırtlağına hücum ederdi.
Bedeni bir cenin gibi kasılırken,
onun elini bir daha bırakmayacağıma dair ona söz vermiştim.
Gangsterler ve hevesli balistik uzmanları,
parmak izi bulmasın diye atılıvermiş,
bir kaç öpücük darbesi,
bunun kime zararı olabilir ki!
“Kızıl kirpiklerimde, mavi bir fener gibiydi!”
Ve dedi ki:
“Sal gitsin! hiçbir deliğe yasak yok!”
Değişken, sert ve tüm denizler kadar yabani!