Yahudi hastanesinde yarım bir tedaviden sonra, yarım şişe fundador, mum ışığında demerol şırıngaları, sonrada ışığı ve suyu keserler! Gri sakallı, gri yüzlü bir hasta bakıcı belirir, günün belirsiz saatlerinde. Onu tanımıyorum, sadece düzenli olarak görüşüyoruz. Beklersin ışığını, suyunu kesmelerini ve gün aynı bir yıldız gibi kayar saatlerce, soğuk bir adamın gırtlağında ısınırsan, tek nefes alanın o olmasını dilersin bazen. Sadece gri adamların nefes almadığı bir yer burası, bilirsiniz öylece size bakarlar.
Fransız okulu hemen penceremin karşısında; Aşırı yorgunluktan dürbüne dönüşen gözlerimle bahçedeki kızları kesiyorum. Uzanıp dokunabileceğim kadar yakındalar. Etek giyiyorlar hepsi. Serin bahar sabahlarında, ürperen tüylerini görebiliyorum. Çekiciliğine daha fazla dayanamayıp, kendimi sokağa salıyorum. Sabah ışığında bir hayaletim! Baharsa cennetin perdesi, işte onu araladım diye sevinçle koşuyorum. Kemiklerim karışıyor araziye.
Tahta çitin berisinde, yanında bir çifteyle, ölü yatıyor birisi! Buz tutmuş kırmızı kilden kan sızıyor, kalbi kış yemiş ekinlerin üstüne! Ardındaki rüzgarla dalgalanıyor, yayın balıkları. Bu istasyonda yüzen en koca kafalı şey, bilirsiniz. Berrak kış günlerinde kapkara meşe ve hurmaların arasındaki çakıl taşlı, kırmızı killi yolda, yiterler gözden.
Kara kan fışkırır! Tek bir damla gibi ve düşerler alevli çayıra, etsiz mumya misali. Kılçıkları arasında dikenler biter. Kulübenin penceresi kırılır, tozlu cam kırıkları kara çamura karışır. Zeminde sıçanlar cirit atar ve oğlanlar yaz ikindilerinde, küf kokulu loş yatak odalarında otuz bir çekip, iskeletlerinde biten böğürtlenleri yer! Ağızlarının kenarlarına bulaşır, mor-kırmızı meyve özleri! İşte bahar cennetin perdesini böyle aralar sabah ışığında ve ben hala hayaletim!
Onu, yanağından büyük lokmalar alırken hayal ettim. Ölülere yol veren yaralılarla birlikte yaşamak istemiyordum ve keskin gözleriyle neşteri körelmiş bir cerrah gibi atıldı üzerime, beni tedavi eden son hastalığım.